Anlam, Simgeler, Saçmalıklar ve GASSAL | 2025 | Dizi Yorumu
- Ahmet Bayraktar
- 1 Haz
- 4 dakikada okunur
Gassal’in jeneriğinde sol altta bir Çağrı DVD’si görüntüleniyor. Hemen çaprazında atlı karınca var. Çağrı filmi, Müslümanların modern dünyada kendini sanatın normlarıyla doğru düzgün ifade edebildiği belki de ilk ve tek film. Dini film olarak onun dengi ya da daha iyisi henüz yapılmadı; yapamadık.
Gassal’in birinci sezonunda bir dağ lalesi, gassal ölürken gösterilmişti. İkinci sezonda Hanım Gassal Nihan’ın simgesi papatya oldu. Nihan, “gizli” demek. Baki dışarıda ölüden farksız; Nihan ise son derece dışa dönük. Nihan, annesinin ölüsünü içinde gizliyor. Son bölümde, ancak uyandığımız bir gerçek yüzümüze vuruluyor: İçimizden atamadığımız ölüler taşıyoruz ve onlar, herkes gittiğinde bizimle konuşmaya başlar. Travma bu değilse, nedir ki başka?
“Dağ lalesi gördüm, ben de gördüm ama kimseye söylemeyelim.” Sen takını da al git; çeyrek lazım olursa biz sana haber ederiz. Gündüzleri ölünüzü yıkarsınız, akşam muhabbet… Gassaller de diğer insanlar gibi sohbet eder.
Deli Yürek’in ağabeyinin, Gassal’de de benzer bir konumda olması tesadüf olmasa gerek. “Cenaze geldi mi? Gelmedi. Sen geldin ama senin de ölüden farkın yok.”
“Evlilik gibi bir deliliği aşktan başka hiçbir şey açıklayamaz.” Bu cümleyi Baki’nin bağlamına oturtabilir miyiz, bilemedim. “İbadette ve evlilikte niyet farzdır.” ifadesi biraz fazla sloganik geldi. Bence bağlam, böyle bir cümleye müsait değildi. “İbadete ne ara geldik?” dedirtti bana.
Baki ve Nihan asimetrik insanlar. Biri erkek, diğeri kadın; ama ikisi de ölümü içinde taşıyor. Baki’nin içi geçmiş; Nihan’ın sorunu ise…
Belki biz de hepimiz ölüleriz.
“Öldüm sandılar, bizi de yaşıyor zannediyorlar.”
“Teneşirde evlenmek istiyorum.” demek nasıl bir saçmalıktır? Hayattaki tek gerçek, âşık olduğun kadınla nikâh masasına yürümektir.
Nihan çağırdığında Baki neden onun yanına gitmedi? Çünkü onu deli gibi seviyordu (ilk gördüğü anda vurulmuştu, hatırlayalım). O duyguyla orada yüzleşmek yerine, eve yüzük almaya gitti. Annesinin alyansı –galiba– avucunda, “Seninle evlenebilir miyim?” deyişindeki saçmalık, görüp geçilecek bir ayrıntı değil. “Benimle evlenir misin?” olacaktı o sözün doğrusu, diyesimiz geliyor; ama tiradın başında “Ben doğrusunu bilmiyorum.” demişti. “Ben ‘ben’ olarak evlenemem, ama sen bana evlenmek için gelirsen başımı eğebilirim.” demek istedi. “O kadar içim boş ve ölüyüm ki, evlilik gibi bir deliliğe diriltici aşk olmadan cesaret edemem. Senin niyetini görmeden de içimde devinen aşkı dışarıya savuramam.” dedi.
Gassal’de neredeyse bütün cümleler başka bir diziye alınsa saçma düşecek. Bu yüzden bağlam ve senaryo, bir sanat eserinde olması gerektiği gibi eşsiz. “İnsanlar bizi öyle övmeli ki, insanların ölesi gelmeli.” mesela… Ölmek arzulanmaz normalde. Hele ki bir seçim propagandasına konu bile olamaz. Ama gassal hizmetine nasıl bir PR yapılır ki başka? “Güler yüzün yakışmadığı tek meslek bizimki.” derken Baki haklı. Nihan toplantıda içi geçmiş bir şekilde başı önde, Baki sıkılgan, Merdan tıkınmakla meşgul… İmamın telaffuzu, bir dizide şu ana kadar rastladığım en iyisi. Merdan’ın parmağını yalaması, Gassal’in bağlamında tam yerinde bir saçmalık. “Tahtayı on yapalım, arkadaşlar!” ifadesi, Türkiye’de “hizmet” denince ne tür lüzumsuz saçmalıklara kapı aralanabileceğini gösteren tespitlerden. Hayatın bu ülkede çok saçma kurallara ve prosedürlere tabi olduğunu, bu kadar keyifli bir dille anlatması bile yapıma değer katan bir özellik.
Ercan Kesal’in hayat verdiği Hacı Hüsrev karakterinin geçmiş-gelecek çatışması da ana bağlamla uyumlu. Her sahnesi saçmalık dolu olan dizi, bir şekilde bu saçmalıkları anlamlandırabilen bir zemine sahip.
“Onlar ölmüş, akılları da ölmüş.” “Ölülerin ifadesi çok nettir, maskesiz.”
Bu replikler de çerçevelenesi onlarcasından sadece ikisi.
Gassal gibi bir diziyi kahkahalarla izlemek de saçma. Ölümün merkezde olduğu bir dizide nerede ağlayacağımızı ararken, çocukların Nihan’a sarıldığı sahne cevap veriyor. Her saçmalığa tahammül ediliyor ama Bayhan’ın saçmalığı hiç gitmiyor. “Yamuk çenene başlatacaksın şimdi!” dedirtti bana.
“Ben neye elimi atsam kurutuyorum, Baki.” derken Nihan’ın aslında “Sen neye elini atsan kurutuyorsun.” diyen annesi konuşuyor. İçi dolu Nihan’ın. Baki’ye hayır diyen de o değil; ona “Sen öylesin.” diyen annesi. Hep eleştiren bir anneyi içinde taşımaktan yorulmuyor –belki daha doğrusu, yorulsa da bırakamıyor. Freud, Lacan ve bütün psikologlar bu karakterin önünde saygı durmalı bu nedenle. Nihan, “Annem haklı, dokunduğumu kurutuyorum.” dediğinde, o yükünü bir kez daha kaşıyor.
“Üzerinde insan ölmediği bir toprak parçası yok.” derken Baki, yine bir hakikati bırakıyor incelttiği yüreğimize. Biz ölümlüyüz; toprak, öldüğümüz ve dirileceğimize inandığımız yer. Ölü tohumlar topraktan yeşeriyor ya… Biz tohum muyuz ki yeşerelim?
Baki’nin yardımcısının ölülerden korkması, Nihan’ın yardımcısının her an doğuracakmış gibi durması… Sırasız, sayısız zıtlıkların geçit töreninde artık fark edilmeyecek kadar silikleşiyor. Baki’yi takkeyle mevlüt okumaya ikna eden, Nihan’ın papatyasıydı. Baki-Merdan-Nadir konuşurken, duvardaki rafın aynısı bizim evde de var –BİM’den alınma. Sanat yönetmeninin gözlerinden öpüyorum; bu ufacık ayrıntıya bile kafa yorduğu için. “Yüzlerce milyon servet bırakmış adamın duvarında üç beş liralık kıytırık raf olur mu?” Gassal’de olur. Nadir’in zamansız ama tam zamanında patlayan konfetisi gibi ağlaması da dillere destan bir sebepten oldu. Kazıklandığını fark edince gözyaşlarına boğulması sayesinde, parayı da aldılar, papatyaları da.
“Doktorlar da sürekli hasta görüyor. Aramızdaki fark, bizimkiler asla iyileşmiyor.” diyerek aşkını teselli etmesi… Merdan’ın hiçbir yemek fırsatını kaçırmaması çok Türk’e özgü. “Öldü, kurtuldu.” dediği zaman Nihan’ın annesini öldürmeye gidişi ve “Neden ölmedin?” deyişi… “Ölseydin anne, ne kendini ne beni yaşattın. Sen ölseydin belki ben yaşardım, belki evlenirdim.” deyişi destansıydı. O bölümde, “Neden Nihan teklifi kabul etmedi?” sorusu cevaplanıyor. Nihan küçükken kardeşi boğulmuş; annesi, “Sen de onunla ölseydin! Niye kurtarmadın?” diyerek kardeşinin ölümünden dolayı Nihan’ı suçlamaktan vazgeçmemişti. “Sen niye ölmedin?” sorusunu sormaya da cesaret edememişti.
Sevinç’in gasilhane’de doğurmasını, Kill Bill’deki mezardan çıkış sahnesi kadar ironik ve ikonik buluyorum. Eşsiz, benzersiz bir sahne ve sondur. Gassal’in “doğuracak kadın yardımcısı” olması, komik bir saçmalık olmaktan iç çektiren bir dramaya dönüşüverdi. Filmin en büyük düğümlerinden biri burada çözüldü. Depresyona giren Nihan’ın düğümü de birinci sezondakiyle aynı sahneyle çözülmesi, senaryo ustalığı.
Baki, birinci sezonda dramın kendisiydi; onun fenomenleriyle güldük, ağladık. Bu sezon dram, travmatik ve içsel. Yeni gassalin travması, bütün bir mahallenin dramı oldu. Ağabey’in –benim için o hep ağabey– son bölümde oğlunun öldüğünü görmesi, “Git o kıza söyle, o da bulsun ölüsünü!” demesi, kurgusal açıdan “Son yaklaşıyor, hazır olun.” uyarısıydı.
“Madem âşıksın, öldüreceksin. O kızın gözlerinde ölmüşün değil, ölememiş olanın matemini gördüm.”
Baki’nin bu tiradı, Hamlet’e taş çıkartacak bir oyunculukla karşımıza çıkarılıyor:
“İnsanlar ölür. İnsanlar bazen mutsuz ölür. Bunun sorumlusu sen değilsin, ben de değilim. Beni sevmeyenlerden de, sevenlerden de ben sorumlu değilim.”
Good Will Hunting’te psikoloğun dâhi Will’e yaklaşıp “You are not guilty.” (“Sen suçlu değilsin.”) dediği andan daha destansıydı.
Müslüman değerlerinin medyada olabildiğince aşağılandığı zamanlarda, rahmetli Osman Sınav’ın Deli Yürek’iyle bu alanda tohum atıldı, Ekmek Teknesi’yle perçinlendi. Bir Başkadır ile travmalarımız kısmen de olsa tamir edildi. Gassal, tek kişiye mal edilemeyecek kadar devleşti. Sümeyye Hanım’ın eline, yüreğine, gönlüne sağlık. Bu kadar travmatik bir senaryo, ancak bu kadar içten yazılabilirdi. O da bu sayede travmalarıyla yüzleşti. Biz de bize bir sene yetecek kadar güldük, hüzünlendik. Daha ne olsun?
İyi seyirler dilerim.
Ahmet Bayraktar
Comments